pai

ne dicem bak.

arada eser bazen. bir hafta derse girmemeye karar veririm. her sene bir haftalığına yaparım bunu. ama işin garip kısmı okula giderim yine de. kantinde oturmayı çok seviyorum, hele tanıdığım birileri oradaysa -ki oradadırlar- bayılıyorum bahçede oturup onlarla kahve içmeye. genellikle dinliyorum ama onları, pek konuşmaya dalmayı, uzun cümleler kurmayı sevmem. aslında düşündüğüm şeyleri çok samimi olduğum biriyle konuşmuyorsam anlatmam da kimseye. sorunum da burda sanki, çok fazla insanla samimi olmayı sevmiyorum. bir zaman sonra farkettim ki aslında bi döngüydü bu. yani birileriyle samimi olmayı sevmiyorsanız doğal olarak düşündükleriniz size kalır. bu yüzden kendimle çok konuşurum işte, bi kahve daha içelim mi sercan? gibi. içelim tabi ya, hadi içelim tabi gibi. bazen 8-9 tane kahve içtiğim olur orta bahçede, dedim ya kantinleri çok seviyorum.

çok sevdiğim bi yönü de kantinlerin kediler tarafından yönetilmesidir. bayılıyorum kedilere. çoğu insandan da fazla severim onları. zeki hayvanlar. üstelik şirinler. daha ne ister ki biri. zeki ve şirin. bir gün evlenirsem zeki ve şirin biriyle evlenirim sanırım. sanmam, öyle yaparım. ama çok zeki değil, benden zeki olsun yeter. zeka ile delirmek arasında bi bağ var bence. başa saran bişey. mesela kumru -kantinde şu ufak tefek, yaz okulunda doğan beyaz şirin kediye taktığım ad bu-. kendisi topu topu bi su şişesi kadar, ama üçyüz metrelik filan kargaları kovalayacak kadar deli. bi gün yakalasa ne yapacak çok merak ediyorum. geçen hafta sinsi sinsi yaklaştı birinin yanına. görmeliydiniz onu. sanki bir şeyi hiç daha fazla istememiş gibiydi. sonra birden koşturdu üstüne, tabi karganın üstüne koşan bişey karşısında uçmamasını bekleyemezsiniz. ama bir görseniz beşte biri falandı kuşun. bittim buna. sonra çatıya uçan karganın peşinden kafasında soru işaretleriyle baktı uzun bi süre. zaten kafasında sürekli baloncuklar var kumrunun. hızlı hızlı etrafa bakınır durur. dedim ya deli biraz. çok seviyorum onu.

yalnız sevmediğim bi şey var bu sene. kantinimiz biraz fazla kalabalık olmaya başladı. alakasız dersleri bizim fakülteye almaya başladılar. koca kampüs ne güne duruyorsa. fakültem kampüste değil bu arada. kampüsü çok fazla sevmiyorum. çok kalabalık. bir yer çok kalabalıksa sevmediğiniz insanlar da çoktur. insanların çoğunu sevmediğinizde daha da çoktur. ben aslında kendi yaşıtım insanları hiç sevmiyorum, pek azı dışında tabi. insanlar kendileri gibi olmanızı istiyorlar. hani şu insanları etkilemek yöntemlerinde de bahsederler ya. birinin ilgisini çekmek istiyorsanız kendi değil onun bildiklerinden bahsedin diye. iyi de ben dağcılık hakkında bişeyler bilmek istemiyorum ki. yani sıranın size gelmesi için -en azından müzikten falan konuşabilmek için- belli bir süre fotoğrafçılık gibi şeylerden konuşmanız gerekiyor. ben bundan nefret ediyorum. yani sürekli sevmediğim şeylerden bahsedilen bi ortamda mutlu olmuyorum. pek sevdiğim bişey olmadığını söyleyenlerin haklı olduklarını varsayarsam neden çok fazla insanla içli dışlı olmadığımı anlayabilirim. ama sevmediğim şeylerin sayısı çok da fazla değildir benim. yani bişeye çok bayılmam ama bazen çok da sevebilirim. çok sevdiğim bişeyi öldürdüğümü de söylerler bana. hemen bitiriyormuşum. hiç de bile. kumru şahidimdir.

kalabalık sevmediğim bi şey kabul ediyorum. düğünlerden, pazarlardan, alışveriş merkezlerinden, fuarlardan filan hep bu yüzden nefret ettim. istiklal caddesini de sevmem ben. mesela. istiklal caddesinin girişinden tüm o kalabalığın fotoğrafını çekmek için sürekli birileri olur. yemin ediyorum orası bi kaç yıla kalmaz radyoaktif ya da ne bileyim nükleer santral falan olabilir. fotoğrafçıları filan da pek anlamam. o kalabalığın fotoğrafını çekince insanların tatmin olmasını ya da yüzündeki gülümsemeyi algılayamıyorum. yeri gelmişken kütüphaneleri de sevmem. günün birinde bi çocuk kütüphanelerin aslında çok gürültülü yerler olduklarını söylemişti. zihin gürültüsü mü ne varmış. düşünce kalabalığı filan işte. düşündüm biraz bunu. gerçekten de sizden daha fazla çaba sarfeden insanların arasında olmak canınızı sıkabiliyor. deliydi bu çocuk biraz. severim onu.

dedim ya çok fazla düşündüklerimi üçlü beşli grupların içinde söylemeyi pek sevmem diye. biraz da insanları incelemeyi sevdiğimden bu sanırım. konuşan birini dinlemek istemediğimde -ya çok alakasız bir konuda saçmalıyordur ya da ilgimi çekmemiştir- hareketlerini incelerim. mimikleri, el hareketleri filan işte. ya da bi yerde oturmuş kahvemi içiyorken kendi arasında konuşan insanlara bakarım. o grupta en çok sevilen kişinin kim olduğunu filan anlamaya çalışırım. kimin orda olmak istemediğini, çıkar sağlamak -ödev almak gibi işte bilirsiniz- için orda olanları. geçen gün bi kız gördüm mesela. elinde teknik resim çantası olan birine bakarak en fazla iki dönemdir okulda olduğunu anlarsınız. benim için geçerli değil gerçi, o konuya girmeyelim. neyse hoşuma gitti aslına bakarsanız biraz -uzun boylu olmasının dışında-. şirin bi yüzü vardı, gerçekten güzel gülüyordu -ki güzel gülen insanları çok çok severim-, şirindi işte anlamışsınızdır. sonra ses tonu var bi de. sesi de çok güzeldi, böyle yapmacık agucuk gugucuktan uzak, üstelik ince, insanı mutlu eden bi ses tonu. bi düşündüm de gerçekten hoşlanmışım ondan. kızların ses tonlarına betimlemeler falan yapan biri değilim ben. ama güzeldi işte. neyse etrafındaki erkekleri inceledim mesela. montumu sonuna kadar çekmiştim -soğuktu-. iki elimle kahvemi tutup diğer bacağımın üstünde olan uyuşmuş bacağımı sallıyordum. normalde bir kızın bu kadar fazla erkekle takılmasını beklemezsiniz, yani olmaz demiyorum ama genelde böyle değildir. fakat fakültemde çok fazla erkek var ve kızlar da erkekleşir bir zaman sonra. ciddiyim. kızın etrafındaki heriflerden biri şu dandik eskitilmiş havalarındaki kot pantolonlardan giyiyordu. kot pantolondan nefret ediyorum. aslına bakarsanız mavi renkteki herhangi bir şeyden nefret ediyorum. siyah kot pantolon da sevmem ama mavi kadar nefret etmem ondan. her neyse kız o hayran kaldığım ses tonuyla sigara içicek misin? dedi herife. bittim buna. bir başkasını düşünürken bu kadar zarif olmamalısınız. durdular, kız sigara içmiyordu anlaşılan. sigara içen kızlardan fazlasıyla nefret ederim. bir an gözümün önüne bir ay sonra herifin kıza ondan hoşlandığını söylemesi filan geldi. bu da çok saçmadır halbuki. zaten hoşlandığını bildiğin birine hoşlandığını söylemek de nerden çıkmışsa. ki bir kızdan hoşlanıyorsanız o bunu biliyordur. kızlar ilginç varlıklar. ciddiyim. asla ne düşündüklerini bilemiyorsunuz. ne yapacaklarını filan. neyse işte bi kıza ondan hoşlandığınızı söylemeyin sakın. güzel ilişkiler zaten kendi kendine oluşanlar oluyor hep. nasıl olduğunu anlamadan başlayan ilişki güzel ilişkidir. jeton atıp başla! diyebileceğiniz şeyler değil yakın ilişkiler.

sevmediğim pek fazla tip var diyorum ya, işte bu kız gibi aradan sıyrılanların da mecburen onlara karışması, bir zaman sonra onlar gibi sıradanlaşması çok üzüyor beni. hani sahip olduğunuz ya da olabileceğiniz bir şey olduğunu düşünün, zaman geçtikçe bayağılaşıyor. ve siz buna karşı bir şey yapana kadar değerini kaybediyor bu şey. yani ne bileyim. neyse. belki uğrarım resim sınıfına bu hafta. bi kahve içmeye çağırırım onu. yaparım bunu büyük ihtimalle.

bak ne dicem, delirmeyin bence. özlüyorsunuz sonra.

1 kendini bilmez laf yetiştirmiş:

  duyguhazir

19 Ekim 2010 16:41

ii ki döndünüz. Sizi hiç tanımıyorum ama çok seviyorum okumayı. Uzun zaman yazmadınız ama yine de içimde bir umut vardı hep döneceksiniz diye.