Ender Gelişen Osasuna Atakları

yaşım 32. annemle yaşıyorum. babam da var, ama o oturma odasında yaşıyor. annemle ben salondayız. bir bankada orta kademede çalışıyorum. hiç sevgilim olmadı. bir keresinde,üniversitenin ikinci yılında gönül diye bir kızla yakınlaşmıştım. okul çikışları yürürdük. dünyayı konuşurduk, sevgiyi konuşurduk, birlikte dans kursuna gitmemiz gerektiğini konuşurduk. iki kez de sinemaya gitmiştik. biri forget paris öteki de braveheart. geceleri uykuya dalmadan önce onu düşünürdüm. sabahları uyandığımda akılma gelen ilk o olurdu. okul partisinde onu cem'le öpüşürken gördüm, sonra...

gittiğim ilk maç fenerbahçe-beşiktaş arasındaydı.1979 yılıydı galiba. süleyman'ın cemil'i marke ettiği maçtı. sahadaki tek sarışın süleyman'dı, ben de beşiktaş'ı tutmaya karar verdim.insanlar cemil turan,lefter, metin oktay,şeref gibi futbolcuları görüp takım tutar. ben gidip adı sanı bilinmeyen, şu an esamesi bile okunmayan bir defans oyuncusu sayesinde beşiktaş'ı tuttum. bir de çocukken trt'de ilker yasin'in sunduğu avrupa'dan futbol programını hiç kaçırmazdım. ispanyol liginde osasuna diye bir takım vardı. hala var. osasuna denen bu takım diğerlerine nazaran zayıf bir takımdı. ve ilker yasin sürekli ''ender gelişen osasuna atakları'' diyip dururdu. osasuna takımı ender geliştirdiği ataklar sayesinde avrupa'da tuttuğum takım oldu. aynı dönemde liverpool, bayern, nottingham forrest gibi takımlar havada uçuşurken, ben osasuna sempatizanı olmuştum.

okuduğum bütün okulları birincilikle bitiridim. bu çok istediğimden olmadı. yapacak daha iyi bi'şeyim yoktu. hep ders çalıştım. futbolcu olmak isterdim ama mahallede beni pek takıma almazlardı. zaten çok yeteneksizdim. beden derslerini de hiç sevmezdim. uzun mesafeli koşularda diğerlerine kronometre tutarlardı. beden hocası benim koşacağım gün kronometre yerine takvimle gelmişti. herkes çok gülmüştü. ben de çok gülmüştüm. masa tenisinde kimse yenemiyordu ama...

çok arkadaşım yok. liseden bahadır var. o da amerika'da şimdi. sürekli çağırıyor, ama gidemem. uçaktan çok korkuyorum. yalnızlık gibi bir sorunum yok. insanlar beni seviyor. ama sadece o kadar. oraya buraya pek çağırmıyorlar. şirket eğlencelerinde yeterince sosyalleşiyorum zaten. çok kitap okuyorum ama hemen unutuyorum. konsantrasyon sorunum varmış. bunu bir yerde okumuştum. bir de karmaşık insan ilişkilerine bulaşmamak daha iyi oluyor galiba. çok emin değilim ama, içiniz boşalmıyormuş. bunu da bir yerde okumuştum. içiniz boşalmıyor... yani sizi siz yapan özelliklerinizi yitirmiyorsunuz. yani hayat boyu bakışlarınız değişmiyor. çocukken nasıl baktıysanız, hayat boyu öyle bakıyorsunuz. ama itiraf etmeliyim ki bir kız arkadaşım olsa çok iyi olurdu. öyle sevişmek için falan değil, birlikte bi'sürü şey yapmak için. ne biliim, birlikte yemek yapardık, masa tenisi oynardık, kim 500 milyar ister'i birlikte izlerdik. erenköy sahilide yürürdük. işte böyle şeyler. bi'de bol bol konuşurduk.

benden yazmamı istediler. yazacak kadar çok şey bilmiyorum ki. ısrar ettiler... peki yazıyim de ne yazıyim? kendini yaz, yaşadıklarını yaz dediler. içimden ''yaşadıklarımdan ancak kutu oyunu yapılabilir,başka bir halta yaramazlar'' demek geldi. sonra düşündüm, herkesin herşeyi bildiği bir ülkede,bir şeyleri bilmemek üzerine yazılabilir diye... birileri okur mu diye merak ettim, neden olmasın? ender gelişen osasuna atakları beni heyecanlandırmıştı.

belki sizleri de heyecanlandırır.

Eray Saydam, 2004

"ispanya ligi, alkol koması, bayat cips, televizyon ekranı
takatsizim, puşt hüzün orta sahada hazırlık pasları yapıyor
ortalıkta uyku getirmeyen zavallı akineton hapları
dakikalar geçtikçe real madrid kalesinde bir hayli etkili oluyor
sanki bana ders veriyor ender gelişen osasuna atakları..."

3 kendini bilmez laf yetiştirmiş:

  Ian_Fraiser_Willis

2 Ekim 2009 12:39

tırnak içinde yazılmış anektot kimin?

  Sercan

2 Ekim 2009 13:00

ekşi sözlük yazarı.

  mondo trasho

19 Eylül 2021 13:53

keşke kaynak belirtseydiniz.